DÜNYA GÜNDEMİNDEKİ EN BÜYÜK SORUNU YAZIN GÖNDERİN.
Dünya nın en büyük sorunu nedir?
TERÖR
0%
KÜRESEL ISINMA
19,05%
AÇLIK
9,52%
FAKİRLİK
0%
BİLİNÇSİZLİK
19,05%
HEPSİ
52,38%
21 toplam oy:
<-Geri
1
Devam->
ANKETE KATILDIĞINIZ İÇİN TEŞEKKÜRLER...
Bugün 1 ziyaretçi (1 klik) kişi burdaydı!
ZAMAN
KÜRESEL ISIN MA NEDİR?
Küresel ısınma nedir?
İnsan tarafından atmosfere verilen gazların sera etkisi yaratması sonucunda, dünya yüzeyinde sıcaklığın artmasına küresel ısınma deniyor. İklim sisteminde vazgeçilmez bir yere sahip olan sera gazları, güneş ve yer radyasyonunu tutarak, atmosferin ısınmasında başlıca etkendirler. Sera gazlarının bulunmaması durumunda yeryüzünün sıcaklığının bugüne göre 30oC daha soğuk olacağı hesaplanmıştır. Son yıllarda atmosferde çeşitli insan aktivitelerinden kaynaklanan nedenlerle karbondioksit, metan, ozon ve di azot monoksit gibi gazlardan oluşan sera gazları, yeryüzü sıcaklığında belirgin artmalara sebep oluyor. Sera etkisinin artması, troposferin ısınmasında, stratosferin de soğumasında en önemli etken olarak gösteriliyor.
Dünya sıcaklığı değişiyor
Küresel ısınmanın etkisi, hava sıcaklıklarının dünyanın her yerinde artması biçiminde olmayacak. Sıcaklığın artış oranı, orta enlemlerde ve ekvatorda, kutuplardakinden daha farklı olacak. Örneğin ekvatorda, bu artışın, dünya ortalamasının çok altında olacağı tahmin ediliyor. Aslında bu ısınma, dünya iklim sisteminde köklü değişimlere ve aşırılıklara yol açacak. Öyle ki, dünyanın bazı bölgelerinde kasırgalar, seller ve taşkınlar gibi hava olaylarının şiddeti ve sıklığı artarken, bazı bölgelerde de uzun süreli, şiddetli kuraklıklar ve çölleşme olayları etkili olabilecek. Bunun yanında, sıcaklık artışının kışları, yazlara göre birkaç derece fazla olması bekleniyor. Benzer bir durum, geceyle gündüz arasında da görülecek. Gece sıcaklarındaki artış, gündüz sıcaklıklarındaki artıştan fazla olacak. Bu durumda karalar, geceleri eskisi kadar soğumaya fırsat bulamayacak. Yazla kış, geceyle gündüz arasındaki sıcaklık farkının azalması, bütün dünyadaki rüzgâr çeşitlerini etkileyecek; fırtınaların yoğunluğu, gücü ve rotaları değişecek.
Yağış dönemleri, miktar ve türlerinin değişmesiyle artan sıcaklık, daha çok buharlaşmaya ve buna bağlı olarak da daha çok bulut oluşmasına yol açacak. Kısaca söylemek gerekirse, dünyanın iklimi daha sıcak, daha nemli ve bol yağışlı olacak.
Yeni yağış düzeni
Küresel ısınmanın önemli etkilerinden olan iklim kuşaklarının kayması sonucu, yağmur kuşağı kuzeye doğru genişleyecek. Ancak bu genişleme sonunda yağışlar her bölgede artmayıp, belli bölgelerde yoğunlaşacak. Güney Avrupa'daki yaz yağmurları azalırken, Amerika, Avrupa ve Asya'nın 55 Kuzey enleminin yukarılarında kar yağışı artacak. Daha güneyde kar yağışı azalırken, yağmurlarda bir artış olacak; karın toprakta kalma süresi azalacak. Şiddetli yağmurlar daha sık yağacak ve daha çok su bırakacak.
Sağanak yağışların artışı, yüzey nemliliğini ve bitki örtüsünü etkileyecek. Bunun sonucunda suyun toprakta süzülmesi azalacak, seller artacak. Yeni yağış düzeni, ekilebilecek alanların kuzeye doğru genişlemesine yol açacak. Dağlardaki buzullar ve kar örtüsünün azalmasından dolayı, hidrolojik sistemler ve toprak yapısı çok etkilenecek.
İnsan da tehlikede
Küresel ısınma, kalp, solunum yolu, bulaşıcı, alerjik ve diğer bazı hastalıklara sebep olacak. Sürekli sıcak hava, seller, fırtınalar gibi hava olayları, psikolojik rahatsızlıklar, hastalıklara ve ölümlere yol açacak. Yeni alanlara yayılan böcekler ve diğer hastalık taşıyıcılar, bulaşıcı hastalıkların çoğalmasına neden olacak. Hava sıcaklığının artması ve su kaynaklarındaki azalma, kolera tipi hastalıkları yaygınlaştıracak. Üretimdeki bölgesel azalmalar sonucu, açlık ve kötü beslenmede artışlar görülecek. Böcek yumurtalarının ölmesini sağlayan gece ve kış soğuklarının hafiflemesi, önemli bir sorun olacak. Kimi bölgelerde şiddetli kuraklık dönemlerinin ardından gelecek aşırı yağışlar, virüs mutasyonlarının artmasına, buna bağlı olarak da sıtma gibi hastalıkların yayılmasına neden olacak. Öte yandan tarım bitkilerinde görülen hastalıklarda da sıcaklıkla birlikte artış gözlenecek.
Buzulların erimesi ve sıcaklık artışı, okyanuslardaki suları genleştirip, denizlerin seviyesini yükseltecek. Deniz seviyesinin yükselmesi, kıyılardaki toprak kaybının yanı sıra, kıyılara yakın temiz su kaynaklarının denizle birleşmesine neden olacak. Artan buharlaşma yüzünden göl ve ırmaklarda meydana gelecek su kaybı, 21. yüzyılın en önemli meselelerinden biri olacak. Tatlı su kaynaklarının kalitesinde, tuzlu su karışımı nedeniyle azalma olacak.
Tarım, turizm ve diğer ekonomik aktiviteler bu durumdan olumsuz etkilenecek; gelişmekte olan birçok ülkede yerli halkın beslenme ve yakıt kaynakları yok olacak. Yüksek deniz seviyesi, yüksek gel-git, kuvvetli dalga ve tsunami gibi riskli doğa olaylarına sebep olacak. Deniz seviyesindeki yükselmesiyle düz alanlar seller altında kalarak, kıyılardaki üretim alanları zarar görecek. Bunun sonucu milyonlarca insan kıyı alanları ve küçük adalardan göç edecek. Kurak bölgelerdeki çiftçiler daha çok sulama yapıp, daha fazla tarım ilâcı kullanacaklarından, bu bölgelerde tarımsal etkinliklerin maliyeti artacak. Gelişmekte olan ülkelerin kurak ve yarı kurak alanları, bazı kıyı alanları, deltalar ve küçük ada gibi bölgeleri tehlike altında kalacak. Kırsal alanlarda doğal kaynakların verimliliğindeki gerileme sonucu, kırsal alandan kente göç hızlanacak.
TERÖRİZM NEDİR?
Hedefe ulaşmada her yolu meşru sayan terörizm insanlık tarihi kadar eski bir olgudur.
Dolayısıyla terörün amaç ve stratejisi zamanla teknolojik gelişim ve sosyo-ekonomik yapıya paralel olarak gelişmiş, tahrip ettiği toplumların dini-ırki-ekonomik ve sosyal yapısını ideolojisi doğrultusunda araç olarak kullanmış ve bu suretle kendisine finans kaynağı yaratmıştır. Sağladığı bu büyük miktardaki finans kaynakları ile dar bölge sınırlarını aşarak sınırlar ve kıtalararası boyut kazanmıştır.
Bugün dünyamız; ekonomik-siyasal-askeri ve sosyal menfaatler etrafında birleşen ülkelerin oluşturduğu bloklar ve paktlara bölünmüştür.
Bu oluşumlar ekonomik ve siyasal çıkar kavgalarını hızlandırmış, böl parçala yönet veya kendi çıkarlarına zarar veremiyecek azami limitler arasında tut ilkesinden hareket eden bazı blok veya ülkeler, farklı dini-irki-etnik unsurları, sosyo-ekonomik az gelişmişliği terörizme malzeme olarak sağlamış ve var olar terör örgütlerine bu şekilde katkıda bulunarak amaçları doğrultusunda taşeronluk görevi yüklemişlerdir.
Bu bağlamda ülkemiz, içinde bulunduğu jeopolitik konum itibariyle dış ve iç kaynaklı terörün ortaya koyduğu bir kavgaya sahne olmaktadır. Bu kavganın içeride ve dışarıda ortak çıkarlar doğrultusunda hamileri bulunmaktadır.
Günümüzde terörün sadece ülkemizde değil bütün dünyada ortaya çıkış sebepleri sosyal ve ekonomik olgulara dayanmaktadır.
Terörün bazı ülkeler tarafından muhalif ülkeye yönelik olarak desteklenmesi konusunda da hazırlık aşaması hedef ülkenin, başta sosyal zaafları sonra ekonomik zaafları (gelir gurupları arasındaki uçurum) ve vatandaşların devletine karşı hoşnutsuzlukları etüt edilerek planlanmaktadır ki maşa olarak kullanılacak bir kitle oluşturulabilsin. Bu sebeple, teröre muhatap olan ülkenin terörle mücadelesinin sadece polisiye tedbirlerle başarıya ulaşamayacağı kesindir.
Bilinçli bir toplumun terörizme karşı topyekün mücadele vermesi, huzur ve güven ortamının sağlanması açısından zorunludur. Zira, istikbalde bir milletin geleceği sayılan yeni nesil aynı ülkede müspet hürriyetin sunduğu güven ve huzurla yaşama arzusunda olmalı, bu geleceği sağlamanın yoluda tüm şer odaklarıyla topyekün mücadele ederek sağlayabiliriz.
AÇLIK NEDİR?
Afrika ülkesi Kenya'nın kuraklığın pençesindeki kuzeydoğu bölgesinde, Aralık ayında en az 20 kişi açlık ya da hastalıktan hayatını kaybetti.
Resmi kaynaklar, Garrisa'da 8 ve civar bölgelerde ise 12 çocuğun öldüğünü, kötü beslenmenin artmakta olduğunu ve hastanelerde 21'i kötü beslenme nedeniyle olmak üzere 60 kadar hastanın yattığını açıkladı.
Hastane yetkilileri, bu rakamın artabileceğini, çünkü kırsal kesimlerde ölenlerin henüz sayılamadığını belirtti. Durumu ''gerçekten korkunç'' olarak nitelendiren Kenya'daki Kızılhaç
yetkilileri, bölgede yüzlerce büyükbaş hayvanın telef olduğunu, geçimini bundan sağlayan toplulukların haritadan silinmesinden endişe edildiğini duyurdu.
Yetkililer, acil olarak bir şeyler yapılmaması halinde durumun kontrolden çıkabileceğini söylüyor. Bu arada, Devlet Başkanı Mwai Kibaki'nin Somali sınırı yakınlarındaki Wajir ve Mandera bölgelerini ziyaret edeceği ve acil durumlar için 40 milyon dolar ayıran hükümetinin 100 milyon dolara daha ihtiyaç duyduğunu söylediği belirtiliyor.
Kibaki, cumartesi günü, kuraklıktan etkilenen bölgelerde açlık tehdidiyle karşı karşıya kalan 2 milyon insan için daha çok yardım çağrısında bulunmuştu.
FAKİRLİK NEDİR?
Hindistan Günlüğü 4
Yürek burkan fakirlik!
Biraz da turistik yerlerin dışına çıkarak gerçek Hintliyi “Hint fakirini” tanımak istedik. Evler yağmalanmış ve yakılmış, köyün ardında kalan enkaz görüntülerini andırıyordu. Yıkık dökük, tamamlanmayacak gibi gözüken yarım kalmış duvarlar, sıvaları kurumuş, çatılarında tezekler dizilmiş evler içler acısıydı.
15 Mart 2005
Erken saatte Jaipur’a gitmek üzere otobüse bindik. “Pur” şehir anlamına geliyordu. Jai’ın şehri demek oluyordu ama bu şehir aslında pembe şehir olarak bilinmekteydi. Yol üzerinde İmparator Ekber’in yaptırdığı Fatehpur Kalesi’ni ve içindeki Şeyh Selim’in türbesini gezdik. Bütün yol boyunca çoğu Hindistan tanıtım kitaplarına veya Hollywood filmlerine yansımamış olan gerçek halkı görebileceğim bir güzergahta gidiyorduk. Tüyleri kesilerek şekiller verilmiş develerin yanında, baskı boyalarla süslenmiş filler, kutsal inekler, köpek ve sincapları saymak yerine yollarda görmediğim kedilerden bahsetmek istiyorum. Farelerin kutsal sayıldığı bu ülkede kedilerin nesli bilinerek yok edilmiş. Bir ara şişman bir kedi görür gibi olduysam da herhalde yavru aslandı diye geçiştirdim. Kedinin olmadığı yerde köpekler ne yapsın? Kimlere havlasın, hırlasın ya da kızsın? Köpeklerin hiç kavga etmediği bir yer düşünebiliyor musunuz? İnsanın kavga edecek kimsesinin olmadığı bir dünya düşünebiliyormusunuz?
Trafik desen tüm yol boyunca tek şerit gidiş ve tek şerit geliş olduğundan ve kendi şeridimiz üzerinde bisikletli, sepet bisikletli, develi araba, halk otobüsleri, taksiler, özel cipler ve insanlarla dolanmaya çıkmış ineklerle domuzlar olduğundan, hep önümüzdeki vasıtayı geçmek ya da sağlamak zorunda kalıyorduk. Biz dahil herkes ya korna ya zil çalıyordu. Dinmek bilmeyen bir gürültü bütün yol boyunca sürdü. Sanki herkes birbirine “burada ben de varım” der gibiydi.
Yolda meyve satan tezgahtarları, yüzlercesini bir arada görünce hele hele satıcıların tekerlekli tezgahın üzerinde oturduğunu, çıplak ayaklarını avuçladığını, parmak içlerini karıştırdığını görmek, çöp arabası yerine domuzların kullanıldığı bir yerde pek de fazla rahatsız etmiyordu. Kaldırımlarda işeyen ve sıçan çocukların yanlarında kaygısızca sohbet edip kart oynayan insanları görünce biraz vurdumduymaz olmalarına, bu sefillik içinde umursamaz görünmelerine gıpta ettim doğrusu. Meğer neler varmış, ne hayatlar yaşanıyormuş deyiverdim içimden. Fark ettiğim tüm geçtiğimiz yerlerde, evlerde, dükkanlarda tek bir televizyonun bile olmamasıydı. Onun yokluğu neler kazandırmıştı Hintlilere, neler kaybettirmişti düşünmeden edemedim. Diğer ülkelerin insanları yaşam şekillerini, zenginliklerini görmediklerinden dolayı bir şey kaybetmişler miydi acaba? Yoksa bu kadar mutlu ve huzurlu olmalarının asıl kaynağı bu muydu?
Allah’a en yakın yer neresi diye sorsalar mutlaka Hindistan derim. Çünkü böyle bir sefillikte, açlıkta hayatta kalmayı becerebilen insanlar mutlaka Allah’ın sevdiği kullarından olmalıdır. Her ne kadar filmlerde Afrika manzaralarından görmeye alıştığımız kaburgaları sayılabilen, açlıktan ölmek üzere, suratlarında sinekler gezinen insanlardan açlık sınırına bir gıdım daha uzak olsalar da, yüzlerindeki mutluluk ve vurdumduymazlık fark edilmeyecek gibi değildi.
Yola çıkmadan verilen uyarı şöyleydi: Dişiniz ağrırsa veya hasta olursanız size bakacak hastane veya doktor bulamazsınız. İlaçlarınızı yanınızda götürün ve ağrı hisseden olursa hemen geriye dönsün. Bırak eczaneyi, hangi hastane, hangi doktor, kaç tanesi bu kalabalığa bu insan yığınına bakmaya yetebilirdi ki? Başedemeyeceklerini anlayıp da hiç yapmamaya karar vermişler olsa gerek.
Belli turistik yerler ve dükkanların aksine yol üzerinde herhangi bir yerde durup yakın evlere bakmak, belki biraz sohbet etmek, resim çekmek, kaynaşmak, gerçek Hintliyi “Hint fakirini” tanımak istedik. Evler yağmalanmış ve yakılmış, köyün ardında kalan enkaz görüntülerini andırıyordu. Yıkık dökük, tamamlanmayacak gibi gözüken yarım kalmış duvarlar, sıvaları kurumuş, çatılarında tezekler dizilmiş evler içler acısıydı. Taş toprak ve tozun birbirine karıştığı evlerin önünde keçiler, deve ve keyif yapan ineklerle çevriliydi. Aniden otobüsün yanına yaklaşık on farklı yaşta çocuk koşuverdi. Hepsi aynı evden çıkmıştı. Ya ayağı, ya poposu, ya üstü ama mutlaka bir yeri çıplaktı. Elleriyle saçlarını karıştırıp şampuan isteyeninden, avucunun içine yazı yazıp kalem isteyenine kadar hepsi ne atılırsa atılsın ama otobüsün camından mutlaka bir şeyler atılsın derdindeydi. Hissi çok acıydı, hayvanat bahçesinde “hayvanlara yiyecek vermeyin” tabelası önünde gizlice yiyecek vermenin rahatsızlığından kat be kat fazlaydı. O çocuklara şeker vermekle iyi mi yapıyorduk? Kötü mü? Şekere ihtiyaçları mı vardı? O tadı almaları şart mıydı, yerine ihtiyaçları olan başka bir şey verilebilir miydi? Her şeye ihtiyaçları vardı. Hangi birini verebilirdik? Hangisine verebilirdik? Hiç vermeyip de düzenlerini bozmasaydık daha mı iyi olurdu? Rehberin seçtiği turistik yerleri görüp bu insanlık ayıplarına göz yumsak daha mı iyi olurdu? Bizler daha mı iyi hissederdik? Bilemiyorum ama açıkçası bilmek de istemiyorum. Sadece halime hamdolsun demek istiyorum. Meğer Allah’ın sevdiği kullarındanmışım diye düşünmek istiyorum.
Geçen dakikalarda evlerden çıkan insanların suratları daha da vahim bir hal aldı. Fakir, aç ve hasta gözüküyorlardı. Ne versek almaya hazırlardı. Kafileden bazıları inip evin içini görmeye gitti. Anlatılana göre içeride sahiplenebilecek kalıcı bir eşya yoktu. İçleri bomboştu. Bu on beş dakika boyunca onlar bizi, biz onları süzdük, inceledik, bakıştık. Kısa bir süre de olsa hepimizin gözleri parladı. Onları mutlu etmeyi, geçici de olsa mutlu etmeyi başarmıştık. Sevinmelimiydik bilemiyorum. Bir daha hangi otobüs, turist otobüsü o yörede duracak da aynı eve gelecek ve aynı sevinci onlara yaşatacaktı. Ben bile aynı yere gitmeye karar versem acaba bir daha o aileyi bulabilir miydim? Kim bilir? Cevabı bilinmeyen sorulara bir tane daha eklemek en kolayı galiba...
Akşam karanlığı ile kaldırımlarda uyuyan insanlar, yere uzanmış üzerlerini örtmüş ya da kapatmış, hasır yataklarda dizi dizi istiflenmiş bir vaziyette, yanlarında serili ineklerle beraber uyumaya hazırlanıyorlardı. Bu ülkede erken yatılıp erken kalkılıyordu, arada ise ne yapıldığı bir muamma. Çadır ve tentelerin yanında bir kişinin girebileceği, içine kıvrılabileceği kutular da vardı. Arabaların geçtiği ana yolun hemen kenarında toz toprak ve çöplerin arasında, yanında veya üzerinde yatıyorlardı. Hiç birşey onlara dokunamaz veya onları etkileyemez gibi huzurlu bir şekilde uyuyorlardı.
Otelimizin önünde durduğumuzda Raj Villas tabelasını gördüğümde, mihraceler gibi hissediyordum kendimi. Alabildiğine uzanan bakımlı, kuşlarla dolu bahçesini gördüğümde, bütün gün gördüklerimden sonra kendimi cennette zannettim. Etrafta gezinen cennet kuşları da düşüncemi tasdikler gibiydiler. Bütün görülenler ve yaşananlardan sonra biz bunları hak etmiş miydik? Onca yoksulluk varken... Hem de hemen yanı başımızda kapalı kapıların ardında. Düşünmemek en kolayı, ama ya düşünüp de ne olacak diyenler ne yapsın? Halime şükrediyordum ama yine de onları düşünmeden edemiyordum. Yatak odam sokaktaki insanlardan en az on tanesini içinde barındırabilirdi. Belki bir geceliğine onları ağırlayıp biraz rahatlık verebilirdim ama daha fazla huzur kesinlikle veremezdim. Çoğu huzur doluydu. Deliksiz bir uykudan, kuş tüyü yastıklar üzerinde, dışarıdan gelen kuş sesleri ile uyandım. Banyonun ortasında duran küçük havuzu doldurup keyif yaptım. Niyetim dışarıda beni bekleyen manzaralar için kendimi iyi hissettirip güçlendirmekti...